ÜÇ ARKADAŞ (ÜÇLER)

İlahiyatçı-Yazar SÜLEYMAN MALKOÇ

ÜÇ ARKADAŞ (ÜÇLER)

(Buhârî-i Şerif’te geçen bir Hadîs-i şerif ve düşündürdükleri)

خَرَجَ ثَلاَثَةٌ يَمْشُونَ فَأَصَابَهُمُ الْمَطَرُ، فَدَخَلُوا فِي غَارٍ فِي جَبَلٍ، فَانْحَطَّتْ عَلَيْهِمْ صَخْرَةٌ‏.‏ قَالَ فَقَالَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ادْعُوا اللَّهَ بِأَفْضَلِ عَمَلٍ عَمِلْتُمُوهُ‏.‏ فَقَالَ أَحَدُهُمُ اللَّهُمَّ، إِنِّي كَانَ لِي أَبَوَانِ شَيْخَانِ كَبِيرَانِ، فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَرْعَى، ثُمَّ أَجِيءُ فَأَحْلُبُ، فَأَجِيءُ بِالْحِلاَبِ فَآتِي بِهِ أَبَوَىَّ فَيَشْرَبَانِ، ثُمَّ أَسْقِي الصِّبْيَةَ وَأَهْلِي وَامْرَأَتِي، فَاحْتَبَسْتُ لَيْلَةً‏.‏ فَجِئْتُ فَإِذَا هُمَا نَائِمَانِ ـ قَالَ ـ فَكَرِهْتُ أَنْ أُوقِظَهُمَا، وَالصِّبِيْةُ يَتَضَاغَوْنَ عِنْدَ رِجْلَىَّ، فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ دَأْبِي وَدَأْبَهُمَا، حَتَّى طَلَعَ الْفَجْرُ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّي فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَافْرُجْ عَنَّا فُرْجَةً نَرَى مِنْهَا السَّمَاءَ‏.‏ قَالَ فَفُرِجَ عَنْهُمْ‏.

‏ وَقَالَ الآخَرُ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّي كُنْتُ أُحِبُّ امْرَأَةً مِنْ بَنَاتِ عَمِّي كَأَشَدِّ مَا يُحِبُّ الرَّجُلُ النِّسَاءَ، فَقَالَتْ لاَ تَنَالُ ذَلِكَ مِنْهَا حَتَّى تُعْطِيَهَا مِائَةَ دِينَارٍ‏.‏ فَسَعَيْتُ فِيهَا حَتَّى جَمَعْتُهَا، فَلَمَّا قَعَدْتُ بَيْنَ رِجْلَيْهَا قَالَتِ اتَّقِ اللَّهَ، وَلاَ تَفُضَّ الْخَاتَمَ إِلاَّ بِحَقِّهِ‏.‏ فَقُمْتُ وَتَرَكْتُهَا، فَإِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّي فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَافْرُجْ عَنَّا فُرْجَةً، قَالَ فَفَرَجَ عَنْهُمُ الثُّلُثَيْنِ‏.‏

 وَقَالَ الآخَرُ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّي اسْتَأْجَرْتُ أَجِيرًا بِفَرَقٍ مِنْ ذُرَةٍ فَأَعْطَيْتُهُ، وَأَبَى ذَاكَ أَنْ يَأْخُذَ، فَعَمَدْتُ إِلَى ذَلِكَ الْفَرَقِ، فَزَرَعْتُهُ حَتَّى اشْتَرَيْتُ مِنْهُ بَقَرًا وَرَاعِيَهَا، ثُمَّ جَاءَ فَقَالَ يَا عَبْدَ اللَّهِ أَعْطِنِي حَقِّي‏.‏ فَقُلْتُ انْطَلِقْ إِلَى تِلْكَ الْبَقَرِ وَرَاعِيهَا، فَإِنَّهَا لَكَ‏.‏ فَقَالَ أَتَسْتَهْزِئُ بِي‏.‏ قَالَ فَقُلْتُ مَا أَسْتَهْزِئُ بِكَ وَلَكِنَّهَا لَكَ‏.‏ اللَّهُمَّ إِنْ كُنْتَ تَعْلَمُ أَنِّي فَعَلْتُ ذَلِكَ ابْتِغَاءَ وَجْهِكَ فَافْرُجْ عَنَّا‏.‏ فَكُشِفَ عَنْهُمْ

Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ rivayet ediyor ki; Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’i şöyle buyururken işittim: “Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Yağmur yağınca, bir dağdaki mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine: “Yaptığımız iyilikleri vesile edip zikrederek Allah’a dua etmekten başka bizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz,” dediler. İçlerinden biri söze başlayarak:

            Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Birgün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım. Onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde bütün gece şafak atana kadar başlarında uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler. Sonra ben, çocuklarım, aile efradım ve eşim içtik. Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya mağaranın ağzından üçte biri kadar açıldı; fakat oradan çıkılacak gibi değildi.

Bir diğeri: “Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona yüzyirmi altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman bana dedi ki: Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım. Verdiğim altınları da geri almadım. Allahım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki bu sıkıntıyı bizden uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya mağaranın ağzından üçte ikisi kadar açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi.

Üçüncü adam da: Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Birgün bu adam çıkageldi. Bana: Ey Allahın kulu ücretimi ver, dedi. Ben de ona: Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız: Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü. Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Nihayetinde mağaranın ağzını örten kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp kurtuldular. (Sahih-i Buhârî, Büyû’; 98)

Bu hadis-i şerif özellikle gençlere evvelâ, anne babaya hürmet, itaat ve hizmeti, ikinci olarak istikamet, namus ve iffeti üçüncü olarak ise cömertliği, sehaveti, sadakat ve istikameti ders vermektedir.

Hadis-i şerifler, âyet-i kerimelerin tercümeleri, tefsirleri ve izahları olması hasebiyle bu hadis-i şerifte görülen faziletler, filler ve muameleler aynen Yusuf suresinde geçen ve Hazret-i Yusufun üç tane gömleği etrafında teşekkül eden kıssanın özeti gibidir. Çünkü orada kardeşleri tarafından baba hazret-i Yakub’a getirilen sahte kan sürülmüş yalancı bıçak darbesiyle yaralanmış bir gömlek, Züleyhanın şehvet ile yırttığı diğer bir gömlek, yazreti Yusuf gibi bir evladın arzusu ve hasretiyle yanan ve hatta kör olan bir babanın gözlerinin açılması için gönderilen bir gömlek. Yani; sadakat, iffet ve itaat, hürmet gömleği.

Sadakat; çünkü kendisini kuyuya atan ve köle olarak satan ve nice sıkıntılara sebebiyet veren bir ihaneti yapanları affetmek ülüv-ü cenablığında bulunmak sadakatini göstermiştir.

İffet; çünkü köle olarak satılan birisi, dünyada en yüksek makam ve mevkide bulunan birinin genç ve çok güzel hanımının kendisinden murad almak istemesine mukabil, Allahtan korktuğunu ilan edip iffetle muamele etmiştir.

İtaat ve hürmet; çünkü yıllarca hasretinden gözlerine ağ gelen babasına bir an önce sıhhatine kavuşması için gönderdiği hürmet ve itaatinin timsali olan gömleğini göndermek.

Hem bu hadis-i şeriften aldığımız diğer bir ders ise,  şefaatin hak olduğudur. Hatta Allahın emrettiği bir faziletin yapılmasından veya nehyettiği bir reziletin yapılmamasından husule gelen faziletin şefaatinin de hak ve hakikat olduğudur. Çünkü o arkadaşlar evvelden yaptıkları amelleri kurtulmalarına şefaatçi yapmışlardır.

Yine bu hadis-i şeriften alacağımız diğer bir ders ise hadis inkârcıları olan Kurâncılar tarafından inkâr edilen Vahy-i gayr-i metlüv’dür. Yani Resulullah (asm)’a Kurân’daki vahyin haricinde gelen hususî vahiylerdir. O halde Peygamber efendimiz bu hikâyeyi kendisi mi uydurmuştur. Hâşâ ve kellâ… Demek ki Cebrail (as) Efendimize bu neviden haberleri sürekli getiriyor ve ümmetini bu hikâye ve kıssalarla terbiye etmesini ona ders veriyordu.

Hem bu hadis-i şeriften çıkaracağımız diğer bir ders ise duanın sürekliliği ve her zaman yapılması, Cenâb-ı Hakk’ın herşeye gücünün yettiği ve bizleri Rakîb esmasının tecelliyâtı ile murakabesi altında bulundurduğudur. Yani bizleri merhameti ile sürekli gözlediği ve gözetlediğidir.

Bugün küçük bir ülkenin sıradan bir dışişleri diplomatının devleti nâmına yayınladığı bir ilanda ve verdiği bir notada -velev ki bir iki cümle olsun- çok ince mana ve mesajlar bulunsun da, Kâinatın Sultanının (cc) Yaver-i Ekreminin (asm) hükmü kıyamete kadar bâki olan yüce dâvası İslâm dininin tesisi için anlatacağı hakikatli bir kıssadan binlerce ders çıkarılmasın…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir